MODERN İNSAN VE AYDINLANMA

MODERN İNSAN VE AYDINLANMA

MODERN İNSAN VE AYDINLANMA

Her şeyi bildiğimizi sanırız ve her şeyin gözüktüğü gibi olduğunu kabulleniriz ancak bir sanat eserini gördüğümüzde çoğu zaman ona hayran oluruz ve aslında ne kadar bilgisiz olduğumuzun farkına varırız. Esasen sanat dinin bir koldur. Fransız eğitimci, Jules Payot Düşünen dehalar başlıklı yazısında “şairler ve ressamlar günlük yaşamda gizli anlamı ve büyüyü görürler, bizi kör ve sağır olmaktan alıkoyar.”[Mutluluğun Fethi, Flipper Yayınları s.119]

Felsefi derinleşme sonunda bildiklerimizin kesin olmadığını eksik ya da farklı olduğunu fark ederiz.

Din kitaplarını okuduğumuzda her şeyin aslında düşündüğümüzün çok ötesinde olduğu, hiçbir şeyin gözüktüğü gibi olmadığı ve olmayacağı kanaatine varırız, şuurumuz uyanır ve daha çok araştırmaya başlarız derine indikçe, ayrıntıya girdikçe hayrete düşeriz hayatta her şeyin insana aşikâr olmadığını öğreniriz.

Bilim alanında mesela, İngiliz fizikçi Issac Newton kütle çekim kuramını cisimlerin kütleleri üzerine kurmuştu ve dünya bilim çevreleri bu kuram ile kâinat hakkındaki her şeyin ortaya çıktığı kanaatine varmıştı, ancak Albert Einstein görelilik kuramı ile hiçbir şeyin gözüktüğü gibi olmadığını ispatlayınca Newton’un kâinat hakkındaki nizamın tamamını çözemediği anlaşılmış, Bu Albert Einstein’ın hayattaki sırrı, mucizeyi ve muammayı görmesi ile olmuştur.

Bu ve benzeri çalışmalar hayatı daha derinde ve yakında tanımak onu anlamak yalnızca ilim ile mümkün olmadığı genel kanaatini güçlendirmiş, çünkü hayat gördüklerimizin ötesinde mucizelerle doludur. Fransız ressam ve heykeltıraş, Jean Dubuffet, ağacın mucizesini şöyle ifade etmiştir, “ağaç beni o kadar hayrete düşürüyor ki ona hayran oluyorum” kâinatın nizamı bilimin tarifinin çok ötesindedir, insan ise Darwin’in anlattığı hayvani geçmişin ve bedensel tekamülün çok ötesindedir.

Yaşamda her şeyin aşikâr olduğunu sanan modern çağ insanı eğitim sonunda her şeyi öğrendiğine, düşünmeye ve  aydınlanmaya gerek olmadığı inanır ve dolayısıyla kendi kendine soru sormaz sırlara ve muammalara da inanmaz hayatın akışı içindeki mucizevi oluşumlara hayret etmez onlara kendince birere ad verir ve genelde hayranlık duygusunda uzaktır, O daha çok mağrurdur.

Cahil ile cahilliği aşmak isteyen insan arasındaki fark bu davranışlarında, tutumlarında, düşüncelerinde ve inanışlarından ortaya çıkar bu iki ayrı tutuma sahip insan hayatın akışı hakkında malumatı elde etmek için cahil eğitimle her bilgiye ulaştığını iddia ederek bilgisizliğini kabul etmez her şey ona aşikâr imiş gibi davranır, o mucizeyi görmez, görmek istemez.

Modern insan aydınlanmayı reddeder, çünkü derin derin düşünmek ancak ve ancak dünya hayatının muammalarla, sırlarla dolu olduğu yerde olur, modern insan ise uygarlığın ürünü olan teknikten daha çok faydalanmak daha çok öğrenmek için çaba harcar, aydınlanmaya eğitim metotlarından da yararlanarak düşünme ile ulaşılır. Aydınlanmaya örnek gösterilen Buddha için aydınlanmadan önce günlerce aynı yerde durarak tefekküre daldığı hikayeler anlatılır ve Sokrates’in çözemediği meseleler hakkında derin derin düşündüğünü düşünürken gün boyu aynı yerde hareket etmeden kaldığı anlatılır.

Platon’a göre felsefenin kaynağı hayrettir. Alman filozof ve psikiyatrist Karl Jaspers “Hayret etmek öğrenmeye yönelmek demektir diyor.”[Felsefeye Giriş, Hareket Yayınları,S:35] Sır, aydınlanma ve din birbirine bağlıdır. Modern insan acıdan, ıstıraptan, düşünmede, felsefeden, köşe bucak kaçmakta, konfor ve zevke yönelmiş meyli her geçen gün yükselmekte, konfor ve zevk tutkusu modern insanı köreltmekte, modern insanın dar kafalılığı daha da belirginleşmektedir.

Uygarlık ve onun ürünü olan teknik ilerleme modern insanın düşünce pınarlarını körelterek başarısızlığa taşımıştır. İnsanın hayvani geçmişini ve bedensel tekamülünü bilimsel olarak izah eden Darwin’in tekâmül teorisini, siyasi hayata ve tüm hayata uygulamak isteyen modern insan salt maddecilik anlayışını ve ruhun inkarına yönelmiştir. Halbuki Darwin insanı hayvan yapmamıştır,

“İnsan hayvan olmak istemeyen yegane hayvandır.” Albert Camus. [Başkaldıran İnsan. Can Yayınları]

O sadece insanın hayvani geçmişini ve bedensel tekamülünü bilimsel olarak izah etmiş, böylece insanın, bilinmeyen bir tarihten kendisine ruh indiğini ve hayvan atalarından ayrıldığını anlamasına yardımcı olmuştur. Fransız eğitimci, Jules Payot; Derin düşünmeyi şöyle ifade ediyor. “tohum elde etmek için ekinleri dövmeye benzeyen bir eylemdir diyor.” [İrade Terbiyesi, Kapra Yayınları s.119]

Din, sanat ve felsefe insanın dikkatini muammalara, sırlara ve sorulara yönlendirir ve insanın şuurunun uyanmasının yolunu açar, mucizeyi görmeyen ruh uykudadır, mucizeler pasif ruhu uyandırır ve bilgilerimizin yeterli olmadığını idrak ederiz, araştırmaya, düşünmeye, iç dünyamıza dalmaya ve manevi dünyamızın genişletmeye yöneliriz, ideallerimizin zirvesine yürürüz.

Mucizenin önemli delillerinden biri de, suyun hiç bilinmeyen bir özelliğidir; dünyada mevcut olan bütün katı ve sıvı gaz ısınan her cisim genişler ve yoğunluğu azalır. Soğuyan her cisim ise daralır ve yoğunluğu artar. Bunun tek bir istisnası vardır o da sudur. su bu kurala uymaz. 100°’de +4°’ye kadar su soğudukça hacim olarak küçülür. En ağır su 4°’de olan sudur. Bundan dolayı nehirlerin, göllerin, denizlerin dibinde 4°’den daha soğuk su bulunmaz. Dört derecedeki su soğumaya devam ederek 3°’ye 2°’ye 1°’ye kadar ısı düşmeye devam ederse hacmi genişlemeye başlar. Böylece birim hacminin ağırlığı azaldığında yukarı tabakalara çıkar. Sıfır dereceye geldiğinde en büyük hacme ulaşır ve su tabakanın en üstüne çıkmış olur. Böylece ırmakların göllerin denizleri donması alttan değil üstten başlar. Bu sırada gibi görünen ve dikkat çekmeyen kural ilahi bir rahmet olarak sularda yaşayan canlıların yaşamlarını ve üremelerini mümkün hale getirir. Acaba su diğer cisimlerin tamamın uyduğu bir kurala neden uymuyor? tesadüfen mi? yoksa suyun benim canım o kurala uymak istemiyor diyerek kendi kendine verdiği bir kararla mı oluyor? Necmettin Erbakan, [Davam, Kalkan Matbacılık s.20]

Bu mucizeyi, materyalist felsefenin, yüksek derecede teşkilatlanmış maddenin karmaşık görüntüleri ya da maddenin yüksek seviyede kendi kendini organize etmesi şeklinde bilim ve akıl dışı iddiaları ile ispat etmek mümkün değildir.   

Mateyalist felsefe ve Marksistleşmiş kitlenin anlayışı ateist tutumdur, sırrın varlığını görmemezlikten gelir, kitleleşmiş toplum üyesinin hayatında derin düşünme, içe dalma çok azdır ya da hiç yoktur.

Marksistleşmiş kitle üyesi insan hiçbir yerde muamma görmez; hayret etmez, hayranlık duymaz, bilinmeyenlerde korkmaz, yani ruhla yaşamaz, yaşamda bir problemle karşılaştığı zaman ona, yüksek derecede teşkilatlanmış maddenin karmaşık görüntüleri, içgüdü, maddenin yüksek seviyede kendi kendini organize etmesi, gibi adlar verir ve problem bununla çözümlendi diye kendi kendini aldatmaya devam eder.

Yalnızca ilim adamları sayesinde hayatı anlamanın mümkün olmadığını, Sovyet ilim adamı R. Balandin şöyle şu ifadelerle ortaya koyuyor; Farzedelim ki yeryüzünde kimyevi terkipler sentetik olarak yapabilen bir milyon Laboratuvar birkaç milyon senedir çalışıyor olsun, bu durumda bile tüpten hayat için ihtimal veya şans yine de küçük olacaktır. 

Materyalizim bilimi temel aldığını iddia eder, ancak çoğu zaman bilimsel sonuçları bile görmezlikten gelir, moleküler biyoloji cansız ile canlı madde arasındaki muazzam uçurumu hemen hemen yok denilebilecek kadar ufak bir mesafeye indirgemeye muvaffak oldu, fakat bu aşamayı elde edenlerce aynı zamanda bu farkın aşılması ümitsiz bir mesafedir, bu mesafeyi küçümsemek veya ihmal etmek ilmen gayrı ciddi bir tutum olmakla birlikte materyalizm bunu göz ardı ederek mucizeyi reddetmekte materyalizm daima aşılması mümkün olmayan paradokslar içindedir.

Materyalizm ve ateizm sırrı görmezlikten gelir, mesela kazılar sırasında, belirli bir gayeye uygun bir şekilde düzenlenmiş iki taşa rastlandığında bunların çok eski bir zamanda yaşamış insanların bir eseri olduğu kanaatine varır, fakat bu taşların yanında bir insan kafatası bulunursa! ki taştan yapılan bir aletten namütenahi daha mükemmeldir, O kafatasının şuur sahibi bir varlığın eseri olduğu tasavvuruna yanaşmak bile istemez. Materyalist felsefeye göre O kadar mükemmel bir şekilde yapılan kafatası veya iskelet aklın yahut şuurun etkisi olmadan kendiliğinden veya tesadüfen oluşmuştur. Materyalist felsefe Allah’ı inkâr etmekte bu kadar inatçıdır.

Modern insan daima eğitime, eğitilmeye önem verir, bunu tabiatın kanunlarını öğrenmek için onu değiştirmek, ondan faydalanmak, ona hâkim olmak için yapar, yani sırf menfaate dayanır daima bunu yaptığı için aydınlanmaktan uzaklaştı. Aydınlanma için yapılacak çalışmalarda hiçbir menfaat yoktur. Modern insan ve marksistleşmiş toplum sadece menfaati yaşam temeli olarak aldığı için aydınlanmaya zaman ayırmaz.

Dünyanın ve insan yaşamının kanunları ise, bir taraftan bilimsel çalışmaları, eğitimi, diğer yandan aydınlanmaya mecbur tutmaktadır, bir yandan Galileo, Einstein bilimi, diğer yandan Beethoven, Tolstoy, Dostoyevski aydınlığı, öğrenmek ve düşünmek birbirine zıt faaliyetlerdir. Ancak hayatı kavramak, anlamak ve onu aşmak için bu iki zıt faaliyeti birlikte yürütmek gerekir. Aydınlanmak önce insanın kendi içinde kendi kendine tefekkürü ile olur ve ortaya çıkardığı sonuçlar topluma Sokrates örneğinde olduğu gibi felsefi bir miras bırakır ya da Michelangelo gibi sanat mirası bırakır.

Düşünmek zekanın bir eylemi değildir, örneğin bir bina inşaatını tasarlayan mimar zekasını kullanarak düşünür, araştırır, gözden geçirir, karşılaştırır ancak bunları yaparken meditasyon yapmış olmaz yani bu bir aydınlanma faaliyeti değildir. Düşünen insan ortaya gelmiş bir hakikati kavramak onunla ilgili sırrı çözmek için uğraşan inzivaya çekilen filozof, sanatkâr ya da şairdir, dolayısıyla düşünmek aydınlanmak esasen dini bir eylemdir.

Modern insan, büyük sır karşısında bile kendini beğenmiş ve mağrur davranır, bilgisizliği ve peşin hükümleri müthiştir.

Mesela, kırlangıçlar sonbaharda Avrupa’dan Afrika’nın uzak bölgelerine göç ederler ve ilkbaharda döndüklerinde bırakmış oldukları yuvaları tekrar bulurlar. Göç etmelerinin lazım olduğunu ve hareket zamanını nasıl biliyorlar? Döndükleri zaman milyonluk bir şehirde binlerce bina arasında bir çatı altında terk edilmiş yuvalarını bulmayı nasıl beceriyorlar? Bu mucizeyi görmek istemeyen modern insan, bu sorulara kendini beğenmiş mağrur cahilin hiç düşünmeden verdiği cevabı verir; içgüdü sayesinde der! veya geçmiş kuşakların biriktirdiği hikmetin bir neticesi imiş vs. Modern insanın kaybı  bu boş cevapta değil, kaybı hiç olmazsa bir cevap verdiğini zannetmesindedir, başka bir ifadeyle araştırmaların ve hakikati bulmanın birinci şartı olan muammayı reddetmesindedir.

ABD’li Fizikçi bilim adamı, Robert Oppenheimer’e göre son kırk senede gerçekleşen salt teknoloji ve salt maddi ilerleme bundan önceki kırk asırdan elde edilmiş ilerlemeden daha büyüktür, maddi hayat standardı bir asır önceye göre beş misli yükselmiştir. Önümüzdeki asırda da beş misli yükseleceği söylenmekte yazılıp çizilmektedir, bütün bu gelişmeler hayatın daha mutlu daha insani olacağı anlamına geliyor mu? Cevap kesinlikle hayır, çünkü salt uygarlığın ve onun ürünü olan salt teknoloji suç, alkol, pornografi, kumar, uyuşturucu, sınırsız olarak yükselmektedir. İşte esasen 1968 olayları ve toplumsal tepkinin sebebi bu salt uygarlık ve konfordur, Marksist sistem savunuculuğu değildi. Hippilerin tepkisi de aynı manadadır, yani salt uygarlığı asla kabul etmemektedirler.

Canlı hayatın insanı mecbur tuttuğu çözüm bir yandan bilim, uygarlık, teknoloji diğer yandan ise, kültürün, maneviyatın, aile yapısının sağlamlığı, ananevilik, geleneksel genel kabul görmüş ahlak esasına dayanan davranış tutum ve yaşam kabulleri ve şekillerinin birlikte dengeli olmasıdır, Salt konforu savunan materyalist görüşün tersine salt konfor insanın tabiatına uygun değildir, dolayısıyla konfor ve salt uygarlık insanlık hayatında kabule dönüşememiştir, bununla birlikte kültür, din, sanat ve felsefe ile de barışık halede değildir.

Modern insan bilgiyi aydınlanma olarak ele alıyor, teknik bilgi açık bilgidir ve ilmi bilgidir, ancak bu her şeyin aşikâr olduğunun kesin anahtarı değildir. Hayatı kavramak, anlamak ve aşmak, yani aydınlanmak için ilk ve tek yol hayret ve hayranlık olsa gerek.

Yeni bir derin dünya yazısında buluşmak üzere, sağlıklı, sevgi ve muhabbetle kalın. Rıza Çubuk.

 

Bu gönderiyi paylaş

Bir cevap yazın


Bu ürünü sepete eklediniz:

error: İçerik Korumalıdır !!