Hz. İsa’nın kurduğu, Hristiyanlığın büyük mezhebi olan, Katolikliğin ilk temsilcisi, Aziz Petrus’tur, Petrus’ta sonra Hz. İsa’nın yeryüzündeki vekilleri papa’lardır, Katoliklikte, ruhban sınıfı, Papa, Kardinal, Piskopos ve Rahip/keşiş olarak teşkil edilmiştir. Ruhban sınıfını oluşturanların evlenmeleri yasaktır, sıradaki insanlar ise evlenebilirler, ancak dinen boşanamazlar.
Hristiyanlığın, özellikle Katoliklik mezhebinde, hayat algısının yönü sadece ahirete dönüktür, çünkü mutluluğun ahirette olduğuna inanılır, yani dünya mutluluğu reddedilir.
Hristiyanlığın, üç mezhebi olan Ortodoksluk, Protestanlık ve Katoliklikte (Kutsal ruh-Baba-Oğul üçlemesine, diğer tarifi ile Hz İsa, Kutsal ruh/Tanrının oğlu olduğuna inanılır) Bir Kutsal ruh vardır, Ruhun sahibi Tanrı vardır, birde oğlu vardır. Hâlbuki Allah tektir ve mutlaktır. İşte bu durum Hristiyanlığın ilahi varlık hakkında halen kesin bir karara varamadığını, yani “Tek tanrı” inancına halen ulaşılamadığını açık olarak ortaya koymaktadır. Bunu diğer kanıtı ise, Allah’a tapınmaktan söz etmezler, Allah sadece sevilir derler. Hristiyanların Hz. İsa’nın Tanrının oğlu olduğu kanısına varmalarının esas sebebi; İnsanı kamil fikrine inanmadıklarından dolayıdır. Hristiyanlık dünyasında icat edilen bu anlayış Allah, beşer peygamberi ve Peygamber’ine gönderdiği vahiy sistemi diğer dinlerden farklı bir haldir ve beşer Peygamberlik ile Ona gelen vahiy konusu havada kalmaktadır.
Hristiyan anlayışında, Allah sadece insanın içinde vardır, maddi işlerde ise şeytan hakimdir, yani dünyanın hâkimi şeytan, ruhların hâkimi ise Tanrıdır, İşte bu inanışları sebebi ile dini yaşamak için içine kapanmak gerektiğini söylüyorlar ve yine bu inanışları sebebi ile içine kapanmak gerçek olsun diye, kiliseleri ve manastırları insan yaşamından uzak tepelere ve dağlara yapmışlardır.
Ayrıca, bu dünyanın başkanının/hakiminin şeytan/imparator olduğuna inanmaları sebebi ile, kötülüğe karşı mücadeleyi reddetmişlerdir ve Din’i/Hristiyanlığı gerçek hayatta koparak mistik seviyede tuttukları için insanlığı da uyuşturmuşlardır. Zaten Katoliklik günlük gerçek hayatın dışında kaldığı için, onun yerini Yahudilik/Marksizm doldurmuştur, ayrıca Hristiyanlık genel olarak kötülüğe karşı mücadele etmediği için, Faiz sistemi ile dünyayı ele geçirenler meydanı boş bulmuşlar ve milletlerin iradesine gem vurarak onları ezmeye başlamışlardır, halen de ezmeye devam ediyorlar, yani dünyanın faizcileri, Hristiyanlığın bu açık kapısında hegemonya dairesine girmişlerdir. dolayısıyla, Katoliklik zayıflamış ve Avrupa tam bir Madde medeniyetine dönüşmüştür. Ruhçuluk yapayım derken, hitap ettiği insanlar Yahudiliğin/Marksizmin etkisine kapılarak, maddenin sert kayasına saplanmıştır,
Katoliklik, tarihinde daima tek yönlü düşünceli olmuştur, kendi düşüncesinde başka bir olabilirliği kabul etmemiştir, mutlakiyetçi ve retçidir olmuştur. Bu retçi tutumunu korumak için de, radikal olmak zorunda kalmıştır.
Kıta Avrupa’sının büyük ülkeleri, İspanya, İtalya, Fransa ve Portekiz’de Katoliklik kültürü ve prensipleri yaklaşık bin yıl süren, Orta çağ sürecinde sindirilmiştir ve günümüzde aynen devam etmektedir, bu tek yol takipçiliği, ya da tek kanatlı düşünce tarzı, halkın genel kültürü içinde, hem çok baskın hem de belirleyicidir, Avrupa’nın sürdürdüğü bu çocukluk çağı düşüncesi, bundan sonrada tekelci ve radikal olarak devam edecek, zira katolizm sert bir dogmatizmdir. Ancak hayat bu dogmatizmi, her gün biraz daha aşındırmaya devam etmektedir.
YAHUDİLİĞE GÖRE HAYAT/MEDENİYET
Hristiyanlık anlayışının tersine, Yahudilik genel olarak, ilahi inançtan büyük oranda kopmuştur ve artık milli bir tanrıya inanılmaktadır, bunu sonucu olarak, Yahudilik sert bir maddeci tutum içindedir. Yani içsel özgürlükleri, aşınmış/körleşmiş, maddenin ta kendisi olmuştur.
Doğumun ve ölümün bu dünyada olup bittiğine inanırlar, ahirete inanmazlar, temel yaşam anlayışları materyalisttir, yaşamın temeli, mal ile mülktür onlar için. Manevi sanata, edebiyata veya şiire, itibar etmezler, zevk ve haz içeren konforun arkasında koşarlar, daha pahalı ve daha fonksiyonel mala sahip olmak isterler daima.
Hayatı mekaniksel olarak kabul ederler ve doğrusal bir çizgi üzerinde ilerlerlerken, başa asla dönmezler, yani ruhsal muhasebeye asla girmezler, geçmişin muhakemesine girmezler, acıyı, dramı istemezler, dram/edebiyat masalarında hemen kaçarlar, Yaşamaya bak kardeşim, bu dünyaya bir daha gelmeyeceksin kardeşim derler ve masayı terk ederler, salt uygarlığa inanırlar, en çok sevdikleri ise modernleşmedir. Ruhu, hissi, manayı kabul etmezler, her türlü hayat ve hukuk anlayışları maddi menfaat ile sınırlıdır,
Mala ve mülke dayalı olan bu anlayış ile ve Hristiyanlığın kötülüğe karşı mücadeleyi reddetmelerinin fırsatında kullanarak ve dalavere cihazını kullanarak, yani faiz ile elde ettikleri sermaye gücü ile Dünyadaki ekonomik gücü tamamen ele geçirmiş durumdalar. Dalavere cihazı olan, bu faiz/sermaye gücü ile Dünyanın tüm milletlerinin iradesini ezerek, onları el altında yönetir hale gelmişlerdir. Bu sebeple dünyada tam bağımsız devlet yoktur.
GERÇEK HAYAT DOGMATİZMİ AŞINDIRIYOR/KABUL ETTİLER
Ruhçuluk anlayışının hakim olduğu, Avrupa katolizmini/dogmatizmini hayat aşındırmaya devam etmektedir, buna bir örnek olarak, hayatta tek kanatlı uçulamayacağını ve iç boş hayatın olamayacağını görüp anlayıp, maddenin hayatın bir parçası olduğunu, kabul etmek zorunda kaldı.
Papa ve kardinaller 1979 da (II Paul, İnsan haklarının düzelmesi için maddi değerlerin düzgün dağıtılması gerekir dedi,) bu konuda açıklamalar yaptı, (ancak zamanında kabul etmediği için ve madde ile manayı birleştirmediği için, Yahudilik/Marksizm çoktan piyasayı ele geçirmişti ve tam maddeci düzeni kurmuştu, yani bir işe yaramadı, İnşallah bundan sonra bir faydası olur.)
Salt ruhçuluğu reddeden İngiltere ve ABD orta yolu kabul ettiler ve onlar orta yol anlayışını izledikleri için, Dünyada hakimiyete sahip oldular.
İngiltere’deki darbelerde bile monarşi tamamen yıkılmamıştır, buna karşılık aristokratlar grubu demokrasiyi kabul etmişlerdir, İşte bu orta yol mentalitesi, en azında büyük ekonomik başarılar sağlamıştır. Mezhep konusunda ise Katoliklik prensipleri ile Protestanlık prensipleri birleştirilerek Anglikanizm kurulmuştur.
Zaten din ile bilim beraber yürütülmezse; Sanki bilim dinin karşısında bir şeymiş gibi algılayıp, Bilimi reddedenler sonuç olarak geriliğe ve yobazlığa saplanmaktan kurtulamazlar ve hayatta başarısız olurlar. Her şeyi bilime bağlayıp, Dini reddedenler ise, sonuçta ateizme ve bunalım bataklığına saplanırlar, her iki tek yönlü mantık sahiplerinin, geri kafalı olmaktan kurtulmaları mümkün değildir. Zira “Bilim’de”, “Din’ de” Allah a aittir, insan ise, sadece yaşamı boyunca bunları yaşar.
HAYAT/MEDENİYET GERÇEKTEN NEDİR
Tüm tarihi araştırmalar göstermiştir ki, Tarih boyunca yaşamış hiçbir insani kavim, ya da millet, dinsiz olmamıştır. Zaten dinsiz insan mümkün değildir, çünkü dinsiz insan yaşayamaz, zira din insanın özgürlüğünün kendisidir. Ayrıca hiçbir insan eski dinine geri dönemez, sadece döndüğünü sanır.
Diğer yandan;
Fiili yaşam göstermiştir ki, Katolizmde olduğu gibi, din maddi hayatın dışında tutulamaz, ya da Yahudilikte olduğu gibi, maddi hayatın kendisi, din olarak kabul edilemez,
İşte bu gerçekleri ortaya koyan, Hz. Kur’an’a göre, İnsanın bedeni, bu maddi Dünya’yı kabul edebilir, ancak ruhu, bu dünyanın yabancısıdır ve asla buralı değildir, işte bu yabancılık insanı bu dünya ile daima didiştirir ve yabancısı olduğu bu dünyadaki kötülüklere karşı daima bir muhalefet içindedir. Diğer bir deyişle; İnsan bedeni bu dünyayı sever, sarmak ister, her şeye sahip olmak ister, ancak İnsanın ruhu daima buna muhalefet eder, Eğer bedenin istekleri galip gelirse, insan maddenin boyutsuzluğu/eşitsizliği içinde bunalır ve mutsuz olur, veya ruhun muhalefeti galip gelirse bu durumda insan mananın, boyutluluğu/eşitliği platformuna geçerek gerçek içsel özgürlüğünü elde etmiş olur, İşte zaten, hayatın oluşumu da böyledir, yani, insanın maddi bedeni ile manevi ruhunun, mücadelesinin/birliğinin bir sonucudur. Hayat.!
İşte bundandır ki, İslam mana ile maddenin mücadelesinin bir sonucudur, bu hayat gerçeğini ortaya koyan, İslam mabetlerini/Cami’lerini ise günlük hayatın tam göbeğine inşa etmiştir. Kiliseler ile manastırlar ise dağlarda tepelerde, yani günlük hayatın taa dışında yer alırlar.
Hz. Kur’an’a/İslam’a göre, kötülüğe karşı mücadele şarttır ki, İslam’ın peygamberi Hz. Muhammet, tam da böyle yapmıştır, Hira’nın ulviyetinden ayrılarak Mekke’nin acı ve dram dolu meydanlarına inerek satan’ın/satanizmin kötülüğüne ve insanın insana tapınmasına karşı, mücadeleyi başlatmıştır ve Medine’de tüm uygulamasıyla, İslam’ın vazgeçilmez ve biricik hayat kaynağı olduğunu dünyaya göstermiştir. Bu durum, sosyal hayata politik olarak müdahale etmek ve hayatı düzenlemek anlamına gelir, Hristiyanlıkta ise mücadele fikri kabul edilmez. Zaten Hristiyanlıkta insanlara değil insana hitap edilir, dünya işlerine karışılmaz,
Yaşadıklarımız bize, Din ile siyaset birleşirse hayatın coşup, insanların mutlu olduğunu, açık olarak göstermiştir. Bu durumda, din siyasette denetçilik yapmalıdır, zaten din siyaseti denetlemezse, insanın yazdığı hukukla, maddi eşitlik sağlanamaz, dünya mutluluğu elde edilemez, bu sistemde, din manayı, devlet ise maddeyi temsil eder.
Günümüzde en son yaşadığımız, “Korona salgını”, bir maddi güç savaşın ürünüdür, İnsanlığı bunalıma sokan bu ve benzeri buhranların tek çaresi maddi güç savaşlarını doğuran anlayışların önüne geçmektir, Maddi çıkar için savaşma düşüncelerini bu dünyanın ürünleri olan hukuklar değiştiremez ve ıslah edemez, tek çaresi, Gökten inen hukuktur. İşte bundan dolayıdır ki tek çare, Din/İslam hukuku, Demokratik Devlet üzerinde denetçi olmalıdır. Ayrıca, İslam hukukuna, günümüzde en uygun devlet siyasi sistemi, gerçek sosyal adaletle, gerçek demokratik tutumu içeren bir devlet sistemdir.
Peki iyide; Bu dünyanın hukuku neden çare olamıyor!
Çünkü;
*Faiz’le elde edilen sermaye gücünü elinde tutanlar, bu servet bize, Allah’ın bir vergisidir diyorlar, diğer insanların bir kısmı ise buna, imreniyorlar ve Allah bizde bahşeder diye onların haklı olduğunu düşünüyorlar,
*Bir kısım insan ise, bu faizciler çok güçlüler, biz bir şey yapamayız deyip korku içinde onları onaylıyorlar,
*Bir kısım insan da var ki, onlar her şeyi unutup, bu faizcilerle işbirliği yaparak onlardan nasıl yararlanırız acaba diye, onların arkasında koşuyorlar.
*Hristiyanlığın kötülüğe karşı mücadele etmeyi reddetmesi fırsatını kullanarak, Faize dayalı, sermaye gücünü elde edenler ve bu gücü elinde tutanlar bir avuç olduklarından, dolayı korku içinde yaşıyorlar, bu sebepten bir yandan kendilerin gizlerken bir yandan da devletleri el altında yöneterek, devlet gücünü kendi lehlerine kullanıyorlar, ayrıca kendilerini koruyacak kanunları bu devlet yapılarında çıkartıyorlar ve daima milletleri savaştırarak, kendilerini gözden uzak tutarak sıranın kendilerine gelmesini engelliyorlar.
Görüldüğü gibi, “bedenin, ruhun, ticaretin ve üretimin alın terine dayalı insanca bir ekonomik sistem, bu dünyada insanın yazdığı hukukla sağlanamıyor ve faiz temelli ekonomik güç savaşların önüne, insanın aklı ile yazılmış hukukla geçilemiyor.! Yeni bir seyahat yazısında buluşmak üzere, sağlıklı, sevgi ve muhabbetle kalın. Rıza Çubuk.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.