DD.SEYAHAT-28-İNSAN NE DEMEK

DD.SEYAHAT-28-İNSAN NE DEMEK

İNSAN NE DEMEK

İnsanın ne olduğunu aramaya ve nasıl yaşaması gerektiğini düşünmeye başladığımızda insanın nerede geldiğini düşünmeye ve bunu kendimize sormaya başlarız.

İnsan kavramı birbirine hemen hemen zıt iki manayı ifade etmektedir, “Biz insanız” demek insanın manevi ve maddi varlığının yapısını, gücünü tarif eder, biz günah işleriz, zayıfız, cismaniyiz demektir. “İnsan olalım” ise insanın üzerine düşenleri ve davranışlarını tarif eder, bizim daha yüksek bir varlık olduğumuzu, daha yüce bir mükellefiyetimiz bulunduğunu, bencil olmamamız insanca hareket etmemiz gerektiğini bildiren bir çağrıdır.

Dr.Alexis Carrel “İnsan Denen Meçhul” adlı eserinde (The kitap 3. Baskı S.22-23) insanı şöyle tanımlıyor. İnsan mütehassısların onu tanıdıkları gibi somut ve hakiki insan olmaktan uzaktır. Onlar her ayrı ilim dalının tekniğinin ürettiği şematik resimlerden müteşekkil bir şema gösterirler insan aynı zamanda anatomi uzmanının teşhir ettiği ölü psikoloğun araştırdığı şuur ve büyük manevi öğretmenidir.

Ayrıca her insan kendi öz varlığının derinliklerinde bu derinlikleri temaşa ettiği zaman hissettiği ve bildiği şahsiyettir.

O bedenin doku ve ahlatını teşkil eden kimyevi madde ve organik kanunları filozoflar tarafında araştırılan hayret verici ortaklık hıfzıssıhha uzmanları ile mürebbilerin tespit edilen zaman içinde gelişmenin en yüksek derecesine çıkarmak istedikleri doku ile şuurdan ibaret bir şeydir.

O kölesi olduğu şeylerin işleyebilmesi için tüketim maddelerini durmadan tüketmeye mecbur olan fakat aynı zamanda şair, kahraman ve evliyadır. O sadece ilmi tekniklerin tahlillerine tabi tutulan birçok bakımda hayret verici şekilde karışık bir varlıktan ibaret olmayıp; bütün insanlığın irade düşünme ve çabalarının somut ve soyut bir örneğidir.

Din insanın yaratıldığını, yaratılışın tanrının bir fiili olduğundan bahseder hemen bütün dinlerde farklı tasvirlerle insanın maddenin içine atılmış olmasından dünyaya düşüşünden insan ile tabiat arasındaki zıddiyetten tabiatın insana yabancı ve düşmanca bir muhit olduğunu bildirir.

Öte yandan İlim, hayvani ile insani hususiyetler arasında kesin bir sınır bulunmadığını ve insanın basit hayat şekillerinden başlayarak dik yürüyüş, alet yapma veya kullanma, açık ve düzgün konuşma gibi hususlarda insanın fiziki yapısının geliştiğini tabiattan faydalanmayı öğrendiğini yani bir tekâmül süreci sonunda bu özelliklere sahip olduğunu ve insanın tabiatın kucağında büyüdüğünü ondan ayrılmak istemeyen ve tabiata ait olan bir varlık olduğunu iddia eder. Bu iki ana zıt cevaplar dünya üzerinde İnsanın; yaratılışla mı, yoksa bir gelişme neticesi mi, ortaya çıktığı arayışı ve düşüncesi, insanın kim olduğu dünyanın bir parçası mı, yoksa ondan ayrı mı olduğu tartışmaya dönüşmüştür.

Materyalistlere göre insan mükemmel hayvandır. Sırf insana ait bir öz yoktur. Macar Materyalist yazar György Lukacs göre “Tüm diğer sistemler gibi insan da tabiatın kaçınılmaz ve umumi kanunlarına tabi bir sistemdir”

Marksist felsefenin önde gelenlerinden, Alman tarihçi Friedrich Engels’e göre insanın tekamülünden objektif bir faktör vardır ki oda çalışmadır, insan maddi faktörlerin ve kendi çalışmalarının bir ürünüdür. Sosyal insan tanımını ilk yapan Engels insanı sosyal ilişkilerin yani üretim ilişkilerinin bir ürünü olarak gösteriyor. Sosyal insan tanımına göre, insan tek başına bir hiçtir ve hiçbir şey yaratamaz. Bilakis o var olan bu maddi gerçeklerin bir neticesidir.

Darwin ise, insanı sadece biyolojik bir gerçek olarak ele alıyor ve tanımlıyor. Darwin konuşan, dik yürüyen ve alet yapan bu mahlukun tabii ayıklama ve hayatta kalma mücadelesinin neticesi olarak yakın hayvan atalarından geliştiğini mantığa uygun bir tarzda izah ediyor ve bu tekâmül sürecin tasvirini biyoloji canlı dünyanın tüm şekillerinin ilk şekillere bunları ise moleküler güçlerin oyununa indirgemek suretiyle sonuçlandırıyor. Yani Darwin’e göre hayat, şuur ve insan ruhu gerçek olarak mevcut değildir. Bunlar sadece ve niteliksiz güçlerin karşılıklı eylemlerini bilhassa karışık görünümüdür. Orijinal bir insan cevheri aslında yoktur.

Engelsin ve Darwin’in iddialarının karşısında Vatikan’daki Sistina şapelinin tavanındaki, cennetten kovulma’dan, Adem’in yaratılmasından, korkunç mahkemeye kadar bir süreci gözlerimizin önüne seren bu tasvirleri gözden geçirirsek! ister istemez dünya tarihinin belki en heyecanlandırıcı sanat eserleri olan ve resimlerin manasını kendi kendimize sorarız. Bunlar mevzubahis ettiği o büyük olaylar hakkında acaba herhangi bir gerçeği ihtiva ediyor mu? Ediyorsa bu gerçek nedir? Veya daha açık bir ifadeyle bu resimler gerçeği ne bakımda yansıtmaktadır? Yunan trajedileri, İtalyan ozan, Dante’nin cennet ve cehennem vizyonları, zencilerin ruhani şarkıları, Shakespeare ‘in dramları, Faust’un cennette proloğu, Malezya maskeleri, eski Japon freskleri yahut bazı çağdaş ressamların eserlerinin bu örnekleri aynı tarzda tanıklık yapmaktadır.

“Kurtuluş dini” kavramının arkasında ne tür bir dünya telâkkisi gizlenmektedir? Dramatik mahiyetli olan bu isim ne mana taşıyor? İnsan canlı varlık ile tabiat arasında bir madde ise insan neden dram içindedir? Tüm canlılarda ki müşterek evrensel korku hissi nerede geliyor.

Bu sorular bize ilmin çizdiği dünya resminin tamamlanmamış ve yetersiz olduğunu gösteriyor, bu fotoğrafta hakikatin bir boyutu eksiktir bu üçüncü yani “iç boyutun” yokluğundan ilmin hayat ve bilhassa insan hakkında herhangi nihai ve tam bir gerçeği ifade etmek imkansızlığı veya kabiliyetsizliği ortaya çıkıyor.

İlim tarafında tabiatın bir parçası ve mahsulü gibi görülen insanı, sanat tabiattan farklı ve onun içinde yabancı olarak algılar. İlim sayısız verilere, bilhassa insanın hayvani dünyadan peyderpey geliştiği kanaatine vardıran fosil atıklara işaret etmektedir. Sanat ise insanın gaipten gelmesi ile ilgili ve hiçbir insan kalbinin tamamen reddetmediği heyecan verici tanıklıklara parmak basıyor. İlim Darwin ve onun meşhur sentezine, sanatsa Michelangelo ve onun Sistina şapelinin tavanındaki muazzam eserine ve benzeri sanat eserlerine dayanmaktadır. Böylece ilim ve sanat insanın kökeni ve tabiatı hakkında tam ve dönüşü imkânsız bir çatışma içinde bulunmaktadır.

Darwin’le Michelangelo insan hakkında iki apayrı anlayışı, onun menşeiyle ilgili olarak birbirine tamamen zıt ve birbirini hiçbir zaman yenemeyecek iki gerçeği temsil ediyorlar. İnsanın nereden geldiğine dair düşünceler tartışılmaya devam edecektir. Darwin’in sentezi inkâr edilemeyecek sayısız gerçeğe dayanmakta, Michelangelo’nun yaratılış tasvirleri ve düşüncesi ise bütün insanların kalbine yazılmış bulunmaktadır.

İnsan vücudunun hayvani bir mahiyeti ve hatta hayvani menşeiyle ilgili fikir Darwin ve Jean Baptiste Lamarck’tan çok önce din tarafından ortaya konulmuştur. Herhangi bir bilimden daha evvel insanın içinde hayvanın yer aldığını din açıkça ortaya koymuştur. İlme göre insan sadece zeki bir hayvandır. Dine göre ise insan şahsiyeti olan bir hayvandır. Hümanizm insan kelimesinden türetilmiştir ve daha yüce olan ahlaki hususları ifade eder. İnsan kelimesinin iki türlü manası vardır. Bir manası dünyevi, öteki manası uhrevidir.

Engels, “Maymundan insana geçişte emeği rolü” (Yason Yayınları-2016) adlı makalesinde; el sırf çalışma için bir organ olmayıp aynı zamanda onun ürünüdür. Yalnız çalışmakla yeni yeni işlere alışmakla kasların, liflerin ve daha uzun safhalarda kemiklerinde bu şekilde fevkalade eğitilmesi sonucu irsi duruma gelen bu kabiliyetin yeni yeni ve giderek daha karmaşık olan işlerdeki durumundan tekrarlanan tatbikatlarıyla insan eli Rafael’in resimleri Thorvaldsen’in heykelleri ve Paganini’nin müziğini becerebildiği o mükemmeliyet derecesine ulaşmıştır. Engels’in bahsettiği şey insani manevi gelişmenin değil biyolojik gelişmenin devamıdır; Buna karşın Fransız Filozof Henri Berr’e göre, El ruhi hayatı tahrik edip gelişmesini hızlandırıyor, elin keşfi konuşmanın keşfi gibi hayvani tarihin sonunu ve insan tarihinin başlangıcını teşkil ediyor. Resim yapma ise teknik bir süreç değildir, manevi bir fiildir. Rafael’in resimlerini eli değil ruhu yaratmıştır. Beethoven en kıymetli eserlerini tamamen sağır olduğu bir zamanda vermiştir. Biyolojik gelişme ilelebet sürse bile üçüncü bir faktör yani ruh olmadan el tek başına değil Rafael’in resimlerini, tarihöncesi ressamının sahra mağaralarında bize bıraktığı resimlerin en iptidailerini bile yapamazdı

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, insan varlığının iki ayrı yönü mevzuubahistir. İnsan sadece biyolojiye indirgenemez. Tıpkı sanat eseri bir resmin yapılışından kullanılmış muayyen miktarda boyaya veya bir şarkı metninin söze indirgemeyişi gibi, Şiirin manası ve erişilemeyen mahiyeti vardır. Bu misalde resim, şiir neyse insan da odur. İnsan tüm ilimlerin onun hakkında söyleyebildiklerinden daha fazlasıdır ve tek yönlü değil iki yönlü varlıktır. İnsan kölesi olduğu şeylerin işleyebilmesi için tüketim maddelerini durmadan tüketmeye mecbur olan fakat aynı zamanda şair, kahraman ve evliyadır. İnsanın tarifi mümkün değildir. Bedensel tarifini bilim zaten yapmıştır, ancak manevi insanın tarifi imkân dışıdır…

Yeni bir derin dünya seyahat yazısında buluşmak üzere, sağlıklı, sevgi ve muhabbetle kalın. Rıza Çubuk.

Bu gönderiyi paylaş

Bir cevap yazın

Bu ürünü sepete eklediniz:

error: İçerik Korumalıdır !!